Üniversite Kurmak

Eskişehir Güncesinden ibretli bir yazı:
24 Nisandı... Geceleyin asfaltın suratında sürünen araba tekerleği, yolları arşınlamakla meşgüldü. Türlü türlü mekanların yanından geçiyorlardı. Eski lahitlerin[1] olduğu yere geldiler. Karanlığın içinden çıkıp, mezar taşlarının mermer suratına fener tutan araba farları yoldan geçip gidiyordu. Bağlarda fındık taşıyan dallar, bir merkezden fışkıran bereket şüalarına benziyordu. Bahtiyar bey direksiyonda, atını şaha kaldıran kumandan gibi oturmuştu. Fren, arabanın iskeletini durdurdu, ama gövde ileriye doğru sallandı. Diğerleri, koltuklarında beşikteki bebekler gibi ileri geri gidip geldiler, sallandılar. Yol ortasındaki kağıt parçası, rüzgarın tekmesiyle, çevik bir kedi gibi yolun diğer yakasına doğru havalandı. Hiddetini sükunetin tavrında, sırtında, bakışlarında bileyen kısa bir desibel[2] mitingi yaşandı. Modern atları şaha kaldıran gemin ismi, frendi. Yeter ki kahraman olsundu. Veli ziyareti için gelmişlerdi bu şehre. Üniversitenin öğrencilerinden Muzaffer`in ailesini ziyaret edeceklerdi. Muzaffer`le burada buluştular ve eve doğru yola koyuldular.
İslam bey, üniversitenin veli münasebetlerinden sorumlu görevlisiydi. Teslim olmuş bir İslam beydi O. Bakışları, sevginin görev yerini bir an bile terketmediği sağlam sınırdı. Nihayet, İslam, bu eve de girdi. İlahi irade, manevi emarelerini[4] bu topraklarda çocuklara verilen isimlerin adlarına yazmıştı. Dedesinin ismi İslam olan ekseriya torunlar, bu isimleri alarak mirasa sahip çıkmışlardı. İlk günkü çığlıklarının telaşesine aldırmaksızın, bu görevi seve seve üstlenmişlerdi. Yeni doğan bir bebeğin, bu asil ve eşşiz görevi, onu ayrı bir değerli kılıyordu. “Anne” diye hitap etti Nesibe hanıma. Muzaffer`in annesi duygulanmıştı. Kadın, göz yaşlarının nehrine kapılıp geçmişe doğru akmaktan alıykoyamadı kendini. Göz yaşını, bir hekim titizliğiyle akıtıyor, onunla geçmişin acılarına merhem sürüyordu sanki. Anlattıkça anlattı geçmişi. Muzaffer`in kız kardeşinden bahsetti. Onu, Hocalı`da nasıl kaybettiklerini anlattı, bu acılı anne.
Türlü zorluklar, nice sıkıntılar yaşamışlardı anne – oğul. Muzaffer, tam bir vatan evladı kıvamında yetiştirilmişti. Çileli annenin, çileli evladıydı. Babadan kalma büyükçe bir arsaları var. Maddi zorluklar çok defa avcunun içine almış, olanca gücüyle sıkmıştı onları. Annesi, arsayı satalım dediğinde, daha onsekizine yenice girmiş Muzaffer, “Ben orayı, benim gibi fakir talebelerin okuyabileceği bir üniversite binası olarak ayırdım.” demişti annesine. İşte, böyle yüce mefkurelerin[5] dolup taştığı bu kutlu yuva, bir evladından eksikti. Nesibe Ana, yan odaya girdi ve Hocalı katliamında şehit edilmiş minik kızının yürekleri dağlayan fotoğraflarını getirdi.
Bu küçük kız çocuğunun, kirpikleri sanki sonsuza uzanan yolları gösteren ok işaretleriydi. Gözlerinde donakalmış bakışlar, günahsızlık mı, yoksa sonsuzluk mu anlatıyordu? Ya da kirpikleri istikamet nişanlarımıydı? Rastgele yönleri gösterdiği sanılırdı kirpiklerin. Halbuki bilinmezdi ki, kirpiklerin gösterdikleri istikametler sonsuzlukta buluşuyorlar. Kolları göğsünde kuruyup kalmış, çığlığı yarıda kesilmişti. Başındaki kan bile vahşet karşısında şaşırmış, akmaktan geri durmuştu. Günel, Reyhan, Benövşe... Ne isim koyarsanız koyun, bir Azeri kızıydı O. Şu küçük kız çocuğuna bakın: Kirpiklerinin gösterdiği istikametlerin buluşma noktasında cennet vardı belki de?! 24 Nisan safsatasıyla, Türk dünyasına iftira atan zihniyet, Hocalı katliamı`nın simgesi olan bu resmin karşısında utanabiliyormu acaba?

[1] Taş veya mermerden oyma mezar
[2] Ses birimi
[4] işaret
[5] ideal

Bu blogdaki popüler yayınlar

Azerbaijan - GOV - Azerbaijan to Host an International ICT Conference

Özəl və dövlət ali təhsil məktəbləri arasındakı fərq

Ən yüksək keçid balı Qafqaz Universitetinin birinci qrupuna daxil olan kompüter mühəndisliyi ixtisasındadır